Duyurular

  • DİYARBAKIR VE MARDİN ZİYARETİ

    Türkiye Ermeni Katolik Cemaati Ruhani Reisi

    Pek Muhterem Başepiskopos Levon Zekiyan’ın

    Riyaseti ve Sunumuyla,

    Saygıdeğer Ruhban Sınıfı’nın katılımıyla

     

    3 Haziran 2023 Cumartesi günü saat 16:00’da

    Diyarbakır Surp Hovsep Kilisesi’nde

    S. Badarak sunulacaktır.

     

    4 Haziran 2023 Pazar günü saat 10:00’da

    Mardin Surp Hovsep Ermeni Katolik Kilisesi

    yapılan restorasyon çalışmalarından sonra

    yeniden kutsanarak ibadete açılacak olup ardından

    S. Badarak sunulacak ve merhumlar için dua okunacaktır.

    Tüm imanlıların katılımını bekleriz.

     

     

     

  • 2023 BÜYÜK HAFTA PROGRAMI

    2 Nisan 2023 Pazar Dzağgazart

    Zeytin Dalı Günü ve Gençlik Günü

    Saat 11:00 Dzağgazart münasebetiyle Surp Badarak ve Tapor.

    Saat 16:00 Tırınpatsek

    Kapı Açılması Töreni.

     

    6 Nisan 2023 Büyük Perşembe

    Saat 11:00 Ayak yıkama töreni (Pangaltı)

    Saat 16:00-18:00 Tövbe ve İtiraf Gizemi

    Saat 20:00 Akşam duası

    Ağıt Gecesi Duası (Latsi Kişer)

     

    7 Nisan 2023 Büyük Cuma

    Saat 16:00 Haç Yolu, akşam duası ve cenaze töreni (Pangaltı)

     

    8 Nisan 2023 Büyük Cumartesi

    Saat 17:00 Peygamberlik Okumaları ve Paskalya Arifesi münasebetiyle Vosgeperan Kilisesi’nde Surp Badarak.

     

    9 Nisan 2023 Pazar Hisus Krisdos'un Dirilişi Bayramı Paskalya

    Saat 10:30 Beyoğlu, Surp Asdvadzadzin Kilisesi'nde Surp Badarak.

     

    10 Nisan 2023 Pazartesi Merelots Ölüleri Anma Günü

    Saat 10:30 Galata, Surp Pırgiç Kilisesi'nde Surp Badarak ve Tapor.

    Saat 17:00 Şişli, Ermeni Katolik Mezarlığı'nda kabirleri ziyaret ve dua.

     

  • DUYURU

    23 Ocak 2023 Pazartesi günü Galata’da bulunan Surp Pırgiç Ermeni Katolik Kilisesi lojmanlarında akşam saatlerinde çıkan yangın kazası Türkiye Ermeni Katolik Cemaatini derinden sarsmıştır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı tarafından yönlendirilen ve vaktinde yetişen ekiplerce etili bir şekilde yapılan yangın söndürme çalışmaları söz konusu lojmanlarda ikamet eden 6 kişiden 4’ünü kurtarabilmiş olup 2’si maalesef yaşamlarını yitirmişlerdir.

    Bu vesileyle, elim bir şekilde vefat eden Jozefin Ekmekçioğlu’na ve Fehim Atsup’a Yüce Allah’tan rahmet ve yakınlarına başsağlığı diler,

    Olay anında ve sonrasında gerek yanımızda bulunan, gerekse bizleri arayan

    Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Mustafa Şentop’a,

    İstanbul Valisi Sayın Ali Yerlikaya’ya,

    İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’na,

    Beyoğlu Belediye Başkanı Sayın Haydar Ali Yıldız’a,

    Beyoğlu Kaymakamı Sayın Mustafa Demirelli’ye,

    Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürü Sayın Aşkın Kılıçkeser’e,

    İBB İtfaiye Daire Başkanı Sayın Remzi Albayrak ve Ekibine,

    İller Özel İdaresi Genel Müdürü Sayın Mehmet Yüzer’e,

    İstanbul İl Müftüsü Saygıdeğer Prof. Dr. Safi Arpaguş’a,

    Türkiye Ermenileri Patriği II. Sahak Hazretleri’ne,

    Türkiye Ermenileri eski Patrik Vekili pek muhterem Arkep. Aram Ateşyan’a,

    Süryani Katolik Patrik Vekili pek muhterem Orhan Çanlı’ya,

    Karadeniz Ekonomik İşbirliği Topluluğu Türkiye nezdinde Ermenistan Cumhuriyeti daimi temsilcisi Sayın Sahak Sarkisyan’a,

    Cem Vakfı Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan’a,

    ve bu zor zamanda kapılarını açarak desteğini esirgemeyen Karaköy Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi Vakfı Yönetim Kurulu’na,

    keza yazı veya telefonla bizleri arayan, acımızı paylaşan dost ve tanıdık herkese,

    içten teşekkürlerimizi, yürekten minnet hislerimizi arz ederiz.

     

    Türkiye Ermeni Katolik Patrikhanesi Özel Kalemi

    ve Galata Surp Pırgiç Kilisesi Yönetim Kurulu

          

  • İSTANBUL VE TÜRKİYE ERMENİ KATOLİK CEMAATİ RUHANİ REİSİ PEK MUHTEREM BAŞEPİSKOPOS LEVON ZEKİYAN'IN VAKIF SEÇİMLERİ MÜNASEBETİYLE İMANLILARA YAZDIĞI MEKTUBU

    Aziz kardeşlerim, sevgili evlatlarım,

    Hepinizi Rabbin huzurunda selamlar, Ulu Pederin takdisinin, İsa Rabbimizin lütfunun, Kutsal Ruhun hikmetinin her birinizle ve tüm Cemaatimizle olmasını, Meryem Ana’mızın ve gökteki tüm azizlerin himaye ve şefaatinin bizlerden hiçbir zaman eksik olmamasını diler, niyaz ederim.   

    Cemaat Vakıfları seçim yönetmeliği, bildiğiniz gibi, uzun bir beklentiden sonra, nihayet yayınlandı ve tam sürat seçim süreci içindeyiz. Hastane Vakıfları dışında, diğer Vakıflar yıl sonuna kadar seçimlerini yapmak zorunluğundalar. Bu vesile ile sizlerle bazı temel düşüncelerimi paylaşmak istedim. Vakıflar, güncel hayatımızda çok sık söz konusu olan bir gerçeklik olmakla birlikte, onların özünde ve temelinde yatan felsefe, hayat görüşü, etik anlayışlar, tarih sürci ve sorumluluklar hakkında gerek Cemaatimizde, gerek cemaatler genelinde kapsamlı, isabetli, derinleşen bir anlayışa rastlamanın pek kolay olmadığını itiraf etmek gerekir.

    Hemen söyleyeyim ki, bu satırları tüm açıklık ve samimiyetle yazıyorum, zira cemaatimizin, tüm cemaatlerin durumu, artık gazete sayfalarında da görüldüğü gibi, iç açıcı değildir. Eğer cemaatimizin hayrını diliyorsak, eldivenli sözler ardında saklanamayız. Hayatta, özellikle icraatta, hepimizin hataları veya yanlışları vardır. Hatasız veya kusursuz ne şahıs ne de toplum olabilir. Hataları kabullenmek büyüklük, gönül yüceliği göstergesidir. Hataların kamusal nitelikte olduğu durumlarda da bunlar üzerinde düşünmek, tartışmak, hepimizin görevidir, vicdan borcudur ve bu görev ilk başta, Cemaat Reisi olarak, bendenizin ilk sorumlulukları arasındadır. Bu nedenle, şu iki noktaya özel olarak dikkat çekmek isterim: sözlerimde asla kimseye kişisel bir ima yoktur. Tabii büyük sorumluluklar mevcuttur, fakat bunlar, tüm cemaatimize aittir, hepimiz sorumluyuz, ve yalnız eşzamanlığın yatay doğrultusunda değil, zaman sürecinin dikey doğrultusunda da bu sorumluluklar paylaşılır. Eğri olan birçok durumun kökleri belki otuz, belki kırk yıl kadar gerilere gider. Fakat asla ve asla “Böyle gelmiş, böyle gider” zihniyetine teslim olamayız. Bu, en büyük yenilgimiz ve Cemaatimize, Vakıflarımıza karşı en kara ihanetimiz olur.        

    Bu satırlarımı cemaat mensuplarımızdan yalnız elimde mail adresleri bulunanlara gönderebilmekteyim. Bunlardan ricam, bu düşünceleri mail adresleri olmayan veya elimde bulunmayan dost ve tanıkdılarıyla paylaşmalarıdır. 

    Adreslerin sayısal çokluğundan ve bendenizin enformatikte fazla hünerli olmadığımdan dolayı, adresleri gruplara ayırdım ve mail’lari gruplar halinde göndereceğim, tümü dört grup olacaktır. Bu satırlar da, o mail’lere eklenti olarak gönderilecektir.

    Düşüncelerimi özetleyerek kısa paragraflar şeklinde sizlere arz etmekle yetinip bunları kanıtlamaktan gerek mekân, gerek zaman nedenlerinden dolayı genellikle sakınacağım. Zaten sekiz yıllık aşinalığımız süresinde birden fazla defalar, konuşma, vaaz, sohbet ve hasbihallerimizde bu ve benzeri konulara değinmiş, onları açıklamaya, izah etmeye çalışmışımdır. Bu son dönemde yaptığımız toplantılarda da bu konulara çokça ve genişçe değinilmiştir. İleride de bunları daha fazla açmak ve derinleştirmek üzere, geçmişe oranla daha sık sohbetler düzenleme dilek ve amacımı da şimdiden belirtmek isterim.

    A. Temel ilkeler

    1) Bence, ilk dikkate alınacak nokta Vakıflarımızın “kutsal” mahiyetidir. “Kutsal”: bu terimin dini anlamından önce, günlük hayatta kullandığımız ve bir insanlık hazinesi oluşturan anlamıyla, nasıl ki hayat kutsaldır, insan kutsal bir varlıktır, aile kutsaldır deriz vb.

    2) Bu genel ve temel kutsallığın yanı sıra, Cemaat vakıflarımız aynı zamanda dinsel anlamda da kutsaldır. Zira tarihsel köken itibariyle Vakıflar dinsel varlıklardır. Onlar, ya bir kilise bünyesinde, ya kendini eğitime adamış bir Tarikat bünyesinde (örneğin: Mıhitaryan Pederleri veya Anarat Hığutyun Sörleri’nin kurduğu okullar) kurulmuş ve gelişmiş, ya da Hastaneler ve Huzur evleri gibi, yakın bir geçmişe kadar dini bir müessesenin kurduğu ve himaye ettiği kurumlar olmuştur.

    Vakıfların bu dinsel niteliği, Osmanlı ve genelde Doğu Hıristiyanlığı çerçevesinde, bir Tarikat’a bağlı olmadıkları durumlarda bir cemaate mensup olmalarına bağlıdır. Nitekim,  cemaatler gerek Osmanlı’da, gerek Doğu Hıristiyanlığında din ve mezheplerine istinaden belirlenmiş, adlandırılmış ve birbirinden ayırt edilmiştir. Bu düzen, günümüze kadar az çok korunmuştur. Nitekim Cemaat ve Vakıf haklarımız bu düzene dayanır, yapacağamız seçimler de bunu gösterir. 

    Kısacası, bizim klâsik vakıflarımızı yeni “Foundation”lardan ayıran temel husus, bunların bir ethno-dinsel topluluğa, yani bir “cemaat”e mensup olmasıdır.

    3) Bir önceki paragraftaki sözlerim, özel olarak Osmanlı bünyesinde gelişmiş Vakıflara mahsus olmakla birlikte, bizim Ermeni geleneğinde de daha eski bir geçmişe dayanan benzeri kurumlar olmuştur. Bunlar özellikle, çoğu kez çok çeşitli etkinlikleriyle küçük bir kent veya bir kasaba yapısı arz eden büyük manastırlarda oluşmuştur. Bizde genellikle bu manastırların kendine buyruk bir idare tarzı vardı. Ayrıntılara girmeden, benzeri yapı ve oluşumların Batı’da da görüldüğünü söyleyebiliriz; örneğin Orta Çağ Batı uygarlığının bel kemiğini oluşturan Benedikten geleneğinde.

    4)  Bütün bu ortamlarda Vakıfların kutsal mahiyeti, onlara aynı zamanda bir dokunulmazlık temin ederdi. Bu dokunulmazlık, resmen ilk kez ancak Napolyon döneminde, özellikle Fransa’da gelişen yeni ideolojilerin etki ve baskısı altında, Napolyon tarafından ihlâl edilmiş ve bilahare, gerek Batı’da gerek Batı’ya benzeme özentisinde bulunan başka çevrelerde, vakıflar kutsiyetinin ihlâli sıkça gündeme gelmiştir.

    5) Tarikat Vakıflarında, bunların yönetimi genelde Tarikat mensuplarının elinde olmuştur. Türkiye’de de bu durum, Kenan Evren dönemine kadar devam etmiştir. Oysa kiliseler veya hayır kurumları gibi Cemaate ait olan vakıfların yönetimi genellikle din adamları ile sivil toplum tarafından seçilen mütevelliler, yani “temsilciler” tarafından birlikte yürütülmüştür. Bu durum, Fransa ve Amerika gibi bazı Batı ülkelerinde bugün de devam etmektedir. Oysa Türkiye’de, Cumhuriyet döneminde, kademeli olarak sistem temelden değişmiş, din adamları vakıflar yönetiminden tamamıyla dışlanmıştır. İtalya ve başka ülkelerde ise sivil topluluğun katılımı yakın bir geçmişe kadar yoktu, bugün çoğu kez danışma seviyesindedir.

    6)  Sistem ne olursa olsun, herhangi bir vakfı “yöneten”ler, yani “administre” edenler; kendilerinin sahibi olmadığı, ancak ve ancak bir cemaate veya tarikata ait olan bir mülkün, cemaat veya tarikat adına, bunların temsilcileri olma mahiyetinde, “administratör”leridirler, yani tam anlamıyla eski terimin çok güzel ifade ettiği “mütevelli”leridirler, tarikatın veya cemaatin temsilcileridirler.

    7)  Bütün “tağagan”larımızın özenle uygulaması ve tanıklığını yapması gereken husus, kedilerine ait olmayan, ancak ve ancak Cemaate ait olan bir mülkün, bir servetin, bazan büyük bir servetin “administratör”ü, “mütevelli”si olma bilincidir.

    B. Fiili davranışlar özeti

    Yukarıdaki ön ve temel açıklamalardan sonra daha somut bir zemine inip “tağaganlık” icraatında “tağagan”ların dikkat etmesi gereken başlıca maddeleri özetle açıklayayım.

    1) Her şeyden önce: Görev bilinci. Çok açık söyleyeyim. Sekiz senedir, İstanbul’da görevdeyim. Tağaganlarımız var ki, yüzlerini bile görmemişimdir, bu kadar yıl boyu bir hoş geldin demeye bile gelmemişlerdir. Şahsım için hiç fark etmez. Fakat görev bilinci açısından, yürekler acısı bir durum var karşımızda. Keza çokça şunu duymuşumdur ki, bazı tağaganlar toplantılara bile katılmazlar; bırakın bendenizi, mevkidaşları bile yüzlerini görmezler.

    Bu şekilde tağaganlık olamaz, aziz kardeşlerim! Tağaganlık bir görevdir, görevler arasında en kutsallarından biridir. Görev almakta herkes serbesttir. Fakat görevi üstlendikten sonra, göreve sadık kalmak herkes için vazgeçilmez bir icabet, ahlâki bir temel zorunluluktur. Bu görev bilinci ve görev sadakatinin en temel şartlarından biri de, toplantılara katılmakta gösterilen bağlılık ve sadakattır. 

    2) Bu görev bilincinin doğal sonucu olarak, görevin kutsallığının bilinci gelir: yukarıda açıkladığımız şekilde hem insani genel anlamda kutsallık, hem dinî anlamda kutsallık.

    3) Dolayısıyla, vakıflar asla ticaret alanı olamazlar; bu yönde davranışlar, vakıfların kutsiyetine karşı verilmiş ağır darbelerdir.  Maalesef, ticaret zihniyeti ve kâr ihtirası Vakıflarımızdan bazısında ağır yaralar açmıştır.

    4) Vakıflar özü itibariyle hayır için tesis edilmiş kurumlardır. Her Vakfın bir akarı veya akareti vardır ki, bunun amacı Vakfın temel ögesi olan Hayratı desteklemek, onu ayakta tutmak, onu geliştirmektir.

    Bu bilincin ilk doğal sonuçlarından biri, Vakıflar bünyesinde sosyal adaletin tam anlamıyla, en güzide, en nadide örneklerinden birini sunacak şekilde uygulanmasıdır. Bunu maalesef, vakıflarımız çalışanları, yani müstahdemi, özellikle daha alt kademe çalışanları hakkında genelde söyleyemeyiz.

    Katolik Kilisesinin muazzam bir “sosyal öğreti”si (Social Doctrin) vardır ki, bunu ilk tatbik edenler Katolik kiliseleri ve bunlara ait müsesseler olmalıdır. Maalesef, çoğu zaman, bizim Vakıflar tatbikatımızın bu sosyal öğretiyle yakından veya uzaktan bir ilgisi yoktur. Tabii bu durum da, dün ortaya çıkmamıştır; yıllar süren bir zihniyetin ve pratiğin ürünüdür. Fakat bu durumun düzeltilmesini, hepimiz, başta bendeniz olmak üzere, tüm Vakıf heyetlerimiz, ilk görevlermizden biri olarak telakki etmeliyiz.

    5) Tağaganı niteleyecek önde gelen özelliklerinden biri de, dindarlıktır. Her ne kadar herkes için açık ve anlaşılır olması gerekirse de, hemen ısrarla belirteyim ki, dindarlık; sofuluk, bağnazlık, hele hele softalık veya yobazlık değildir, olamaz, hattâ bütün bu sayılan illetler hakikî, gerçek dindarlığın yadsınması demektir. Geçmişte, büyük teessüfle söylüyorum, inançlı olmayan kişier bile tağagan/mütevelli olabilmişti. Tabii, o zamanlarda, ülkenin ortam ve şartları da buna tahammül edebiliyordu. Bugün, artık kimsenin böylesi durumlara tahammül etmemesi gerekir. Şüphe yok, herkes özgürdür. İster inanır, ister inanmaz. Kimse icbar edemez! Fakat tağagan olmak isteyen zat, şunu muhakkak bilmeli ki, dini inancı yerinde değilse, tağaganlık fikrinden ve isteğinden vazgeçmelidir.

    Hepimiz biliriz ki, dindarlığın ve ibadetin, bizim anlayış ve geleneğimzde ilk görev ve belirtilerinden biri Pazar günleri, mecburî bir gerekçe hariç, kutsal ayine, Surp Badarak’a katılımdır. Bu konuda da, bütün tağaganlarımızın ve adaylarımızın ciddî bir vicdan muhasebesi yapması, yerinde ve gerekli olacaktır.

    6) Sözünü ettiğimiz kutsallık ve din anlayışının, fakat aynı zamanda en basit insanlık anlayışının gerekliklerinden biri de, din adamına, din görevlisine karşı hürmet ve saygıdır. Maalesef, cemaatimizde de bazı Vakıf yöneticilerinin, din adamları, hattâ bir episkopos hakkında, bir Belediye görevlisinin Fener Rum Patriği hakkında söylediği gibi, “Art tarafı bizim maaşlı memurumuzdur” dedikleri duyulmuştur. Bu tür davranış ve ifadelerin ağızlardan silinmesi, doğru ve dürüst bir vakıf yöneticiliği için ilk şarttır.

    7) Tağaganlık, özü itibariyle gönüllü bir çalışmadır. Ne var ki, bu gönüllü çalışma gönül rizasıyla kabul edilmiştir ve görev performansında her hangi bir yetersizlik için bahane oluşturumaz.

    C. Tağaganlıklar ve ruhani riyaset, Tağaganlıklar ve Cemaat ilişkileri

          1) Büyük açıklık ve samimiyetle söylemem gerekir ki, Tağaganlıklar ve ruhani riyaset arasındaki ilişkiler,

               gönlün arzu edeceği şekilde değildir.

               Fakat bu konuda, birden fazla ayırt gerekir. Önce, zaman açısından: Görevime başladığım ilk aylara ve

               yıllara nazaran, muhakkak ki bazı olumlu değişmeler olmuştur; bunu kaydetmek gerekir. Daha önemlisi:  

               Bazı heyetlerimizde, diğerlerine nazaran hatrı sayılır değişmeler ve ilerlemeler kaydedilmiştir.

               Düşüncemi daha açayım.

               Görevimin başlarında ve epeyce uzun bir süre Vakıflarda olup bitenden açık haberim olmazdı. Tabir  edinmiştim: Vakıflarımızla ilgili haberleri sokakta yürüyen insanlardan duyarım diye. Bu durum, bazı Vakıflarımızda epeyce değişti. Henüz tatmin edici bir seviyedeyiz diyemem, çükü bunun için, bazı belirli davranış kurallarının tesbiti gerekir. Böyle bir tesbit henüz yapılmamıştır, fakat fiilen (de facto) umut verici bir yoldayız diyebilirim. 

          2) Kanımca, ideal bir ilişkinin kuralları şöyle olmalı:

               a. Ruhani Reis her şeyden bilfiil haberdar olmalıdır. Bu, Heyet tarafından bir civanmertlik değil, bir ödev ve zarurettir. Zira Heyet, Cemaat önünde sorumludur. Heyet Cemaatin, bizzat Cemaat tarafından seçilmiş olan temsilcisidir. Ruhani Reis ise Cemaatin simgesi, Cemaat zincirinin ilk büyük halkasıdır. Bunu bilmezden veya görmezden gelmek, yalnız Cemaate değil, aynı zamanda bizzat Heyetin kendisine de eninde sonunda zarar getirir, Heyetin imajını yitirmesine yol açar. Sanırım, bu son yılların deneyimlerinde söylediklerimin kanıtını sıkça görmüşüzdür.

                b. Somut olarak toplantıdan önce, Heyetler toplantı gündemini Ruhani Reise iletirler. Ruhani Reis, uygun gördüğü zaman toplantıya katılır ve tartışılan konularda fikrini söyler, fakat oy vermez. Toplantıya katılmakla oy vermek arasındaki fark büyük ve çok önemlidir. Bu usul yüzyıllar boyu uygulanmıştır, günümüzde de birçok kurumda uygulanır. Onun son dayanağı Roma hukudur ki, tüm medeni hukukların ana kaynağını oluşturur. 

                c. Özellikle Ruhani Reisin toplantıya katılamadığı durumlarda, toplantı tutanakının bir kopyası bilgisi için kendisine arz edilir.

               d. Cemaate gelince, periyodik toplantılarla, Vakfın tüm önemli sorunları hakkında Cemaate yeterli ve gereken bilgiler verilir. Bu, bir mutlak zorunluluktur ve hiçbir gerekçe kimseyi bundan muaf tutamaz.

    Çok rica ederim, herkes mazur görsün. Bizdeki idare sisteminin benzerine, ancak dünyanın en zorlu diktatörlüklerinde rastlanabilir. Tabii burada kimsenin özel olarak suçu yoktur. Onyıllardan gelen, gittikçe katılaşan, nasır bağlamış bir gelenektendir sözümüz.

    Eğer zaaflarımızı az sözlerle, fakat öz olarak hülasa etmek istersek, şu üç büyük noksanda toplayabiliriz:

    i. Danışma kültürü;

    ii. Diyalog kültürü;

    iii. Hatayı kabullenme kültürü yokluğu. 

    D. Okul Vakıflarımız

    Bilindiği üzere, 1980’lere kadar Okullarımız mensup bulundukları Tarikat veya Birlik (İng. Order / Congregation) üyelerince idare edilirdi. Okullarımız ve onlara bağlı olan manastırlarımızın vakıfları ezelden beri onları kuran Tarikata/Birliğe bağlı olmuştur (keza Venedik Mıhitaryan, Viyana Mıhitaryan ve Anarat Hığutyun Vakıfları) ve hiçbir zaman Cemaat Vakfı olmamışlardır.

    Tabii ki, yalnız söz konusu okulların değil, ana manastırların (sözüm Venedik ve Viyana ile ilgilidir) bile idaresinde bir danışma kurulunun bulunması, hattâ bazı konularda bu danışma kuruluna oy hakkı bile tanınması arzu edilebilir ve olumlu bir gelişme olabilir. Bu, ayrı ve tartşılır bir konudur. Fakat okul idaresinin, sahibi olduğu Tarikatın/Birliğin elinden alınıp, prensip olarak, ne Tarikatla ne de Okulla bağı olması açıkça şart koşulmayan kişilere tevdi edilmesi tabii ki, ancak Evren döneminin pek özel, olağan dışı şartlarının siyasal ve toplumsal çerçevesine bağlanabilir. Ne var ki, Allah’a şükürler olsun, yıllardan beri zikrettiğimiz dönemden oldukça uzaklardayız. Şöyle ki, Mıhitaryan ve Anarat Hığutyun Tarikatlarına bağlı olan Okul Vakıflarımızın, olağan Cemaat Vakıfları şeklinde telakki edilip aynı kural ve yasalara tabi tutulması, aciz kanımca, bir eksik anlayışın sonucu olmalıdır. Görünürde Vakıfların Yeni Seçim Yönetmeliği, konuyu bu yönde ele almıştır. Ben fazlasıyla umutluyum ki, bu temeldeki yanlış anlayış düzeltilecektir ve okullarımız, Ermeni Katolik Cemaatinin dar sınırlarından çıkıp tekrar genelde Ermeni halkının tümüne her bakıma açılacaktır. Bizzat Mıhitar’ın kendisinin, Katolik Kilisesine içten bağlılığı gün ışığında olmakla birlikte, eğitim ve kültür etkinliklerinin tümünde herhangi bir mezhep farkı gözetmeksizin Ermeni halkının geneline açılmış olması ve üçyüz yıldır onun şakirtlerinin de aynı yolu, aynı ilkeleri izlemiş olduğu da aynı derecede aşikârdır.

    Maalesef, vaktinde Vakıflar yetkililerine bazı Heyetlerimiz tarafından gönderilmiş olan dilekçelerde Cemaat Vakıfları ile “Mektep ve manastır” Vakıfları arasında herhangi bir ayırt yapılmamıştır ve böylece yanlış anlaşılmalara yol açılmış, bunlar gittikçe pekişmiştir. Bu tür dilekçelerin varlığını ben nisbeten geç öğrendim, yaklaşık bir yıl önce. Fakat, yukarıda arz ettiğim gibi, hepimiz bir mea culpa   günahlıyım) yapmalıyız. Ben de, bugünün ışığında, sorun hakkında duyar duymaz harekete geçip gerek Vakıflar, gerek İçişleri nezdinde sorunu açıklığa kavuşturmaya çalışmalıydım. Maalesef, uğraşılarımın fazla, daha doğrusu aşırı çokluğu buna müsaade etmedi ve ummadığım, tahayyül bile edemediğim bir sonuçla karşılaştım.            

    Burada müsaadenizle, beni fazlaca üzmüş olan bir noktaya da değineyim. Duyduğum kadarıyla (belki yanlış da olabilir), Cemaatimize mensup sayısı oldukça kabarık imzalardan oluşan bir dilekçe Vakıflar Genel Müdürlüğüne sunulmuştur. Bu imzalardan Ruhani Reisin haberi olmaması, tabii bu dilekçenin yukarıda açıklanan hususlara taban tabana zıt gitmesi, özellikle yaptığımız birden fazla toplantıda bu konunun açılmaması, her şeyi biliriz gibi, ne Mıhitar, ne Mıhitaryan Birliği, ne de Mıhitaryan okulları hakkında herhangi bir sorgulamada bulunulmaması, Cemaatimiz açısından hüzün vericidir. Tabii, cemaatin onda biri bu imzalara katılmışsa, buna da şükr etmek gerekir, zira onda bir oranı az olmamakla beraber, pek fazla da değildir.

    Bu durumu her şeyden önce temsil ettiğim, Cemaat Ruhani Riyaset makamını rencide edici olarak görmekteyim ve tabii şahsımı rencide edici bir eylem olduğunu da görmezden gelemem. Bu bağlamda alabileceğim en doğal karar, istifa olmalıydı. Mıhitaryan’la ilgili görevimden, öngörülen yeni şartlar altında istfayı yeğ tuttum, çünkü orada en üst makamlar iki-üç aylık bir dönem sürecinde 180 derecelik bir dönüşüm yapıp olası bir çalışma ortaklığına artık imkân vermez olmuşlardı. Oysa, Türkiye’deki üst makamlarımızla gerek cemaat olarak, gerek özel kişi olarak bugüne dek geniş bir anlayış ve hoşgörü çerçeveside çalışmışımdır. Bu durum böyle devam ettikçe, bazı Cemaat üyelerimizin tutumu ne olursa olsun, kendim için tesbit etmiş olduğum zaman çanı çalmadan önce istifayı düşünmemekteyim.   

    Sözlerimi burada noktalamalıyım. Zaten fazla uzadılar. Fatak sekiz yıllık bu oldukça geniş zaman diliminden sonra ve edindiğim tecrübelerin ışığında, Cemaatimiz ve Vakıflarımız hakkındaki düşüncelerimi hem öz, hem de form itibariyle sizlerle paylaşmak istedim, çünkü bu konuları Cemaatimizin geleceği için hayati önemi haiz olarak görmekteyim. Muhakkak ki, arz ettiğim konuları birlikte konuşmak, açmak, derinleştirmek, tartışmak önümüzdeki ayların başlıca meşgaleleri arasında olmalı. Aylar diyorum,  çünkü önümüzdeki aylarda daha fazla bir açıklığa kavuşamazsak, benim için yıllar zaten tükenmiş olur. Fakat benim için tükenen yıllar da, bugün karşımızda bulunan sorunları belki artık tasarrufu imkânsız boyutlara götürbilir. Bu nedenle Vakıflararası toplantılarımızı daha ritmik ve sistematik bir frekansa getirmeyi ve Cemaat toplantılarımıza da daha somut bir şekil vermeyi ilk ödevlerim arasında saymaktayım.

    En iyi dilek ve dualarımla,

    Başepiskopos Levon Zekiyan

  • Türkiye Ermeni Katolik Cemaati'ne Önemli Duyuru

    18 Haziran 2022 tarihinde yürürlüğe giren Yönetmelik uyarınca, Cemaat Vakıflarımızın Yönetim Kurulu seçimlerinin 31.12.2022 tarihine kadar tamamlanması gerekmektedir. Cemaat Vakıfları seçiminde diğer koşullarla birlikte 18 yaşını doldurmuş cemaat mensubu kişilerin seçmen ve aday olma hakları bulunmakta olup, seçimlerde oy kullanacak seçmenlerin ve seçimlerde yönetim kurulu üyesi olmak isteyenlerin tespit edilebilmesi ve Ermeni Katolik Cemaat mensubu olup koşulları sağlayan herkesin seçme ve seçilme hakkının olabilmesi için, Cemaat listelerimizin ve dolayısıyla seçmen listelerimizin güncellenmesi gerekmektedir. Listelerimizin güncellenmesi için, T.C. Kimlik Numaralarını, mernis adreslerini, doğum tarihlerini, din hanesini gösterir şekilde (mümkünse aile olarak) e-Devlet üzerinden alınacak olan,  İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Müdürlüğü Tarihçeli Yerleşim Yeri Bilgileri Raporlarını ve varsa ev/iş telefonlarını, gsm numaralarını, mail adreslerini;

    1. Taksim S. Hovhan Kilisesi Sekreteri Mari Demir'e (0212 244 52 11), veya Beyoğlu S. Asdvadzazin Kilisesi Aved Kelleci'ye (0212 244 12 58) veya Kadıköy S. Levon Kilisesi Ruhanisi Mikael Vartabed Uçar'a (0216 336 2 30) bizzat teslim etmeleri; (e-Devlet üzerinden alınacak olan Raporun alınamaması halinde, e-Devlet şifreniz ile ilgili kişilere başvuru yapıldığı takdirde gereken yardım sağlanacaktır.)

    2. Cemaatimize ait 0530 971 27 94 nolu kurumsal hatta WhatsApp aracılığıyla ile iletmeleri,

    3. eksecim@gmail.com Mail adresine göndermeleri

    önemle rica olunur. 

    Cemaatimize duyurulur. 

    ERMENİ KATOLİK VAKIFLARI SEÇİM KURULU

     

  • 11 HAZİRAN 2022 BASIN BÜLTENİ

    Türkiye Ermeni Katolik Patrikhanesi tarafından Modern Ermeni edebiyatının en önemli temsilcilerinden Mıgırdiç Beşiktaşlıyan adına verilen özel nişan bu yıl tiyatro çalışmalarıyla tanınan Boğos Çalgıcıoğlu’na takdim edildi. Mıgırdıç Beşiktaşlıyan nişanı daha önce dünyaca ünlü fotoğraf sanatçımız Ara Güler’e (2017) ve Marmara Gazetesi yayın yönetmeni Rober Haddeciyan’a takdim edilmişti. 11 Haziran Cumartesi günü Atlas Sineması’nda yapılan ve oldukça kalabalık bir katılımcı grubunun hazır bulunduğu taltif töreninde sırasıyla Kültür Bakanı Yardımcısı Ahmet Misbah Demircan, tiyatrocu ve yazar Bercuhi Berberyan, akademisyen Dr. Mehmet Fatih Uslu, Boğos Çalgıcıoğlu’nun öğrencilerinden Murat Cavak, Mimesis editörü ve eğitimci Fırat Güllü, tiyatro tarihi araştırmacısı Nesim Ovadya İzrail Boğos Çalgıcıoğlu’nu anlatan birer konuşma yaptılar. Törende ayrıca dünyaca ünlü duduk sanatçısı Aram İpekciyan ve perküsyoncu Burag Mesropyan bir dinleti sunarken, Lusavoriç Korosu da beş şarkılık çok beğenilen bir kısa konser verdi.

    Ardından sahneye çıkan İstanbul ve Türkiye Ermeni Katolikleri Ruhani Reisi Başepiskopos Levon Zekiyan halkların kardeşliğini, özellikle karşılıklı kültürel iletişimin önemini vurgulayan ve Boğos Çalgıcıoğlu’nun hem Ermeni Cemaatine, hem tiyatro sanatına, hem de iki toplum arasındaki bağların güçlenmesine yaptığı katkının altını çizen bir konuşma yaptı ve Boğos Çalgıcıoğlu’nu Mıgırdiç Beşiktaşlıyan Özel Nişanı’yla taltif etti. Başep. Zekiyan, bu kapanış konuşmasında, Turizm ve Kültür Bakanlığına, özellikle Bakan Yardımcısı Ahmet Misbah Demircan’a, ve tertip heyeti ile törenin düzenlenmesinde emeği geçen herkese, şahsı ve temsil ettiği Cemaat adına da teşekkür etti.

  • DUYURU

    Aziz kardeşlerim,

    Bu sene büyük Paskalya yortumuzun 8.ci gününe rastlayan 24 Nisan günü, Ermeni kilise geleneğimizde, Aziz Şehitler Anısına (Յիշատակ Սրբոց Նահատակաց) adanmış gündür. Şehitler; inançları, imanları, ahlâki değerleri uğruna hayatlarını vakfetmiş, feda etmiş kişilerdir. Onlar, hepimiz için, tüm insanlık için birer nadide sadakat ve feragat örnekleridir: kendi kimliğine, kendi iç gerçekliğine sadakat: hayatı bile, yani bu dünyadaki her şeyi, her varlığı feda etme feragati. Memnuniyetle kaydedebiliriz ki, Ermeni Resuli Kilisesi bu şahadetin, bir Hıristiyan iman şahadeti olma niteliğini resmen tanımıştır.

    Onlar, hayatın ölüm üzerine, özellikle manevi ölüm üzerine, iyiliğin kötülük üzerine, sevginin nefret üzerine zaferinin tanıklarıdır. Zaten şehit, tanık demektir. Ermenice’de de, eski Yunanca’dan gelen martiros/mardiros kelimesi aynı anlamı taşır. Oysa İran kökenli nahadag sözcüğü, kahraman anlamına gelir. Yani imanı, gerçek kimliği uğruna, hayatını, bu demek her şeyini, tüm varlığını verebilen, feda edebilen kişi.

    Aziz kardeşlerim, telkinleri bu kadar çarpıcı örnekler var önümüzde! Büyük Havarimiz Aziz Pavlus’un, daha doğrusu, ona çok yakın bir şakirtinin İbrani’lere yazdığı şu ciddi öğütü dikkate alalım: “İşte çevremizi bu denli büyük bir tanıklar bulutu sardığına göre, biz de her yükü ve bizi kolayca kuşatan günahı üzerimizden sıyırıp atalım ve önümüze konan yarışı sabırla koşalım”  (12, 1).

    Evet, sevgili kardeşlerim: Şehitlerimizin anısını yücelttiğimiz bu kutsal günde kendimizi tam olarak Paskalya Yortumuzun, onun engin gizeminin hayatımızdaki yerini, temel anlamını birazcık daha iyi anlamaya, daha derin idrak etmeye ve özellikle günlük yaşamımızda daha içten sadakatla belirtmeye, ona her bakıma tanıklık etmeye gayret edelim. Hisus Kristos Rabbimizin, İsa Mesih’imizin ölülerden dirilişini, ölümü kendi ölümüyle yok ettiğini her gün Kristos Haryav, İsa dirildi haykırarak hatırladığımız bu günlerde, bu büyük gizemin hayatımızda her an bir güneş gibi parıldamasını, tüm davranış ve eylemlerimize yol göstermesini Yüce Allah’tan ısrarla niyaz edelim.

    Ulu Pederimizin, Ölülerden dirilmiş Rabbimizin ve Kutsal Ruh’un lütfu ve bereketi her zaman bizlerle olsun; hastalarımıza şifa versin, yaşlılarımızın ve yardıma muhtaç herkesin yanında bulunsun,  yurdumuzu ve çeşiti ıztırablarda, özellikle savaşın pençelerinde kıvranan tüm insanlığı korusun; her zaman, her yerde aciz kullarının, bizlerin yardımcısı olsun. Amin!

    Levon Zekiyan

    İstanbul, 23 Nisan 2022

     

     

     

  • TAKSİM SURP HOVHAN VOSGEPERAN KİLİSESİNDE

    KİLİSE HİZMETİNDE İLK “KÜÇÜK” DERECELERİN TEVDİ MERASİMİ

    Dzağgazart veya Zeytin Dalları yortusu arifesinde, Cumaertesi akşamı, Taksim Surp Hovhan Vosgeperan Ermeni Katolik kilisesinde, İstanbul ve Türkiye Ermeni Katoliklerinin ruhani Reisi Levon Başep. Zekiyan, akşam dualarından sonra, genç Levon Yünkes’e Kilise hizmetinin ilk “küçük” derecelerini tevdi etmiştir. Çok sayıda innaçlılar ve dostlar ayine katılmıştır. Vaazında Levon Başep., Kilise ve cemaat hayatında ve hizmetinde bu “küçük” derecelerin anlamı ve önemi üzerinde durmuştur.

    Ayinden sonra samimi bir ortamda yapılan resepsyonda çokları söz alıp Levon’u kutlamışlardır.

    Levon Yünkes halen gerek internet üzerinden gerek huzurda teoloji kurslarını izlemektedir.  

  • BASIN BÜLTENİ

    Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Başkonsolosu Saygıdeğer Bayan Seniha Birand Çınar Hanımefendi 29 Mart 2022 Salı günü, Türkiye Ermeni Katolik Cemaati Ruhani Reisi Sayın Başepiskopos Levon Zekiyan'a bir nezaket ziyaretinde bulunmuşlardır. Saygıdeğer Başkonsolos Hanımefendi, ayrıca Sayın Başepiskopos Levon Zekiyan'ı yeni Konsolosluk binasının açılış törenine davet etmişlerdir.

  • DUYURU

    25 Şubat 2022 tarihinde Facebook sosyal medya kuruluşu üzerinde ve bazı yurt dışı  Ermeni basını temsilcilerinde, Türkiye Ermeni Katolik Cemaati Ruhani Reisi Başepiskopos Levon Zekiyan'ın Türkiye Ermeni Katolik Cemaati Ruhani Reisli­ği   görevinden istifa ettiği haberi yayınlanmıştır. Yayınlanan bu haber asılsız olup Pek Muhterem Başepiskopos Levon Zekiyan Ruhani Reislik görevine devam   etmektedir.

    Bu   vesile  ile   Türkiye   Ermeni   Katolik   Patrikliğiyle   ilgili,   gerçekliğe   dayanan   haberlerin   ancak   Patrikliğimizin   yetkili   mercilerinden   çıkabileceğ­ini   de   kamuoyuna   hatırlatmak   isteriz.      

     

  • İPTAL DUYURUSU

    Pek Muhterem Levon Kerabaydzar Zekiyan'ın, geçirmiş olduğu operasyon neticesinde nekahat döneminde olmasından mütevellit, 08.01.2022 tarihinde 15.00-17.00 saatleri arasında Başepiskoposluk Makamında gerçekleşecek olan Noel Tebrik Kabulü iptal edilmiştir.

  • ERMENİ KATOLİK CEMAATİ RUHANİ REİSİ PEK MUHTEREM LEVON KERABAYDZAR ZEKİYAN’IN NOEL VE İLAHİ VAHİY MESAJI

    “Bu benim evlâdımdır, bu benim etimdendir. Benden alınmıştır, gözleri benim gözümdür, ağzının şekli benim ağzımdır. O bana benzer. O, Allah’tır ve bana benzer”. Bu sözlerin yazarı – kimliğini az sonra açıklayacağım – şöyle devem eder bu düşüncelerine: “Hiçbir kadına mukadderat, kendi ilâhının yalnız kendisi için olmasını bahşetmemiştir. Küçük bir ilâh: Meryem onu kucaklayabilir, öpücükleriyle örtebilir; sıcacık bir ilâh ki, gülümser, nefes alır; ona dokunabilirsin, onun bedeni hayat doludur. Ve o anlardadır ki, eğer ressam olsaydım, Meryemi resmetmek isteyecektim. Hattâ bu ilâhi çocuğun tenini okşamak için elini uzattığında, onun ağırlığını dizlerinin üzerinde hissedip onun kendisine gülümsediği anda, Meryem’in şefkat dolu cesaretinin yanısıra titreyen çekingenliğini de dile getirmeyi deneyecektim”.     

    Bu sarsıcı satırların yazarı 20. yy.da çok iyi bilinen, kendini ateist olarak tanımlamış olan, dinden uzak duran Fransız varoluşçuluğunun simgesi haline gelmiş ünlü düşünür, filozof Jean-Paul Sartre’dır. Bazı sözlerini aktardığım bu yazısının nedeniyse, yazarın kimliğinin ötesinde daha güçlü bir beklenmediği karşımıza çıkarmakta. Yıl 1940. Sartre, Trier kentinde bir Nazi toplama kampında tutsaktır. Kamptaki kader arkadaşları için, onları teselli etmek ve aralarında kardeşlik ve dayanışmayı telkin etmek üzere, bir öykü yazmayı düşünür; ister ki, öykü tümüne hitap etsin, ister inançlı olsunlar, ister inançsız. Öykünün başlığı Baryona veya Yıldırımoğlu’dur. Daha sonra Sartre, bu öyküyü piyese çevirir ve hâlâ tutsaklık yıllarında, bulundukları toplama kampında sahneye koyar, kendisi de piyes’in kişilerinden Mecusi veya Kral Baldasar’ın rolünü üstlenir.          

    Sartre’ın birçok bakıma bu önemli eseri, altmış yıldan fazla karanlıkta kalmıştır. Gerek bu uzun sessizliğin, gerek Sartre gibi dinsiz veya dine karşı düşüncenin bir simgesi olmuş bir filozofun, Rabbimizin doğumunu ve Meryem Ana’mızın O’nunla ilişkisini zikrettiğimiz sözlerle anımsamasının sebepleri ne olursa olsun, Sartre’ın sözleri, öyküsü ve piyesi dikkate şayandır. Noel yortusunu, yani Rabbimizin Doğuşunu kutladığımız bu kutsal günlerde bizleri üzerinde ciddiyet ve hassasiyetle düşünmeye davet eden sözlerdir bunlar. Şüphesiz, bu piyesiyle Sartre, zaten işaret ettiğimiz gibi, kader arkadaşları arasında bir dayanışma yaratmak, insanlık dışı yobazlık ve zorbalığa karşı bir uyanış için telkinde bulunmak amaçlarını gütmüştür. Bununla birlikte, sarf ettiği sözler karşımıza, tüm çıplaklığı ve kaçınılmazlığıyla, din, iman, vahiy sorunlarını ortaya koymakta, bunların karşısında insanların takındığı tavrın hem güçlüğünü, hem elzemliğini, hem de inceliklerini çok ciddî ve derin bir şekilde ortaya dökmektedir.  Biliyoruz ki, bizzat kendi itirafına göre, Sartre’ın Allah ile ilişkisi, kendisi için “karmaşık ve çetin” bir sorun olmuştur. Tabii, sorunun çözümü, her insanoğlu için olduğu gibi, yalnız ve yalnız Tanrı inayetinin takdirindedir.          

    Hisus Kristos Rabbimizin Doğuşu ve Vahyi, bir an için başka her şeyi unutup ve bir yana bırakıp kendimizi İman ile, Din mevzuatının soru ve sorunlarıyla yüz yüze gelmeye, tek sözle Yaradanımız ve Rabbimizin huzurunda kendimizi toplamaya, derlemeye, sorgulamaya, iç gerçekliğimizin derinlerine inmeye bir çağrıdır; çok önemli, vazgeçemeyeceğimiz bir çağrı. Bu çağrı, aynı zamanda bu dağınık, bu kararsız, ne olup nereye gittiği belirsiz bu dünyada, lâhzesini bile affetmeden elimizden kaçan bu ezelden beri çılgın zaman diliminde nadir, paha biçilmez bir fırsattır. Kendimizi, hayatımızı, kaderimizi, Yaradan Yüce Allah’ın ve Rabbimizin huzurunda görebilmemiz, kendimize O’nun gözüyle, O’nun takdirine göre bakabilmemiz için asla harcanmayacak bir fırsat.

    Rabbimiz Hisus Kristos’un Doğuşu, O’nun Dirilişini kutlayan Paskalya yortusu ile birlikte, ibadet yılı takvimimizin iki doruk noktasından ilkini oluşturur. Hisnagats orucuyla başlayan bu dönem, Vahiy ve Vaftiz (Asdvadzahaydnutyun) yortularıyla kapanır. Bu kutsal günlerde, bizler de, hepimiz birlikte, bizim için, bizi günahtan kurtarmak ve arıtmak için vücut alan Ebedi Kelâmın insani doğamızla aramıza gelmesinin gerçekliğini bizlere göstern Betlehem kreşindeki o İlâhi Çocuğu, Meryen Ana’mız gibi, imanımızın, umudumuzun, özverimizin, Allah ve kardeş sevgimizin öpücükleriyle örtelim.  Emin olalım ki, O’nun kutsayan eli ve Meryem Ana’mızın himayesi başımızdan, sevdiklerimizden, insanlıktan ve dünyamızdan eksik olmayacaktır.

    22 Aralık 2021

  • HOKEHANKİSD

    İstanbul ve Türkiye Ermeni Katolik Cemaati Ruhani Reisi Pek Muhterem Başepiskopos Levon Zekiyan'ın himayelerinde, Der Krikor Bedros XX. Patrik Hazretleri'nin ebediyete intikal edişinin kırkıncı günü münasebetiyle 4 Temmuz 2021 Pazar günü saat 11:00'de Büyükdere, Surp Boğos Kilisesi'nde Hokehankisd duası sunulacaktır. Tüm imanlılar onun ruhu için hep birlikte dua etmeye davetlidir.

    Ermeni Katolik Başepiskoposluk Kalemi

     

     

  • CEMAATİMİZE DUYURU

    Ermeni Katolik cemaatimizin Pek Muhterem Başepiskoposu Levon Zekiyan’ın yüksek rızalariyle bundan böyle cemaatimize mensup şahıs ve aileler için kilise ve ibadetle ilgili her tür ayinlerin, özellikle vaftiz, düğün ve cenaze törenlerinin Patriklik Makamımıza bağlı kiliselerimizde icra edilmesi gerektiği, Cemaatimize mensup tüm müminlere önemle duyurulur.

    İşlemler için Mahalli Kilise Pederlerine başvuru yapılması rica olunur. Bu kararla, daha önce geçerlikte olmuş geleneklerin veya tevdi edilmiş imtiyazların bundan böyle geçerli ve kabul edilir olamayacağı da cemaatimiz mensuplarının bilgisine sunulur.

    TÜRKİYE ERMENİ KATOLİK PATRİKHANESİ

    VE RUHANİ RİYASETİ ÖZEL KALEMİ